
Geçen yıl da aynı tarihlerde fuar için Londra’ya gelmiş ancak o zaman içeride maç oynayan Arsenal, bilet satın almada önceliği kulüp üyelerine verdiği için bilet bulamamış, anca stadın etrafını tavaf edip bir pubda maçı izlemek zorunda kalmıştım. Bu yıl ise Chelsea içeride oynuyordu ve bilet için üyelik şartı aramıyorlardı. İngiltere’de kombineler lig için satılıyor ve Avrupa kupası maçlarını kapsamıyor. O yüzden Şampiyonlar Ligi’ne bilet bulmam daha rahat oldu. 35 poundluk fiyatıyla da, Bayern taraftarlarının eleştirdiği Arsenal’in 64 poundluk biletinin yanında ucuz bile sayılabilirdi.
3 durak sonra Fulham Broadway istasyonunda iniyoruz. Bu şuna denk geliyor: Takımın ismi Şişli ama stadı Kasımpaşa’da ve hali hazırda Kasımpaşa’nın kendi bir takımı ve stadı var. Metro çıkışında beklenildiği gibi önce karaborsacılar hemen ardından 10 pounda bir tarafında Chelsea, diğer tarafında Dinamo Kiev yazan maç atkılarını satmaya çalışan işportacılar beliriyor. Bu karaborsacıların dikildiği yolda İngilizce ve Cince olarak, “karaborsadan bilet almayın, sahte olabilir, maça giremeyebilirsiniz” uyarı levhaları var. Hemen ardından bizim tükürük köftesinin buradaki karşılığı sosisciler ve hamburgerci standları ile birkaç pub diziliyor. Stada girerken ise resmi maç programını satan görevliler var. Bu kültürü halen anlamış değilim. Takım kadrolarını, puan durumunu, son maçların skorları gibi zaten oraya gelen herkesin ezbere bildiği maç programlarını 3 pounda satıyorlar ve herkes bunları alıyor. Biletimin olduğu Matthew Harding tribününün girişini buluyorum. Harding, 1994 yılında kulübe hissedar olan ancak 2 sene sonra henüz 43 yaşında vefat eden bir iş adamıymış. Sadece tribün isimlerini değil aynı zamanda kapılara da birilerinin isimlerini vermişler. Dixon girişi, Jimmy kapısı gibi. Daha önce Manchester City maçında da tecrübe ettiğim gibi girişteki görevliler sadece düzene bakıyorlar. Onun dışında siz kendiniz biletin barkodunu okutup içeri giriyorsunuz, kimse de üzerinizi falan aramıyor.

Tribünlerin tamamı doluyor lakin bir tribün diğerlerinden ayrılıyor. Bana yakın olan taraftaki kale arkasında benim seçebildiğim kadarıyla belli bir taraftar grubu olmasa da bütün maçı ayakta izlediler ve maç boyunca bağıran tek grup onlardı. Öteki tribünler tamamen tiyatro seyircisi kıvamındaydı. O kadar ki o tribündeki bayrakları bile stad görevlileri sallıyordu. Bir tek maç sonunda “stand up for the special one” (Jose için herkes ayağa) tezahüratı ile şöyle bir ayaklanıp hayat belirtisi gösterdiler.
Jose demişken Liverpool mağlubiyeti sonrası taraftarın nasıl tepki vereceğini merak ediyordum. Ancak daha maç başlamadan “Jose Mourinho” tezahüratı ile destek verdiklerini gösterdiler. Zaten bildikleri 2-3 tezahürattan bir tanesi buydu. Bütün maç boyunca bir “çelsi, çelsi, çelsi” bir “diyeeeegoo” bir de “coze morinyo, coze morinyo” diye bağırdılar. İçinde Stamford Bridge geçen bir tane de şarkı vardı, onun dışında pek monoton bir havaydı. Ha bir de Zouma’ya Cuma muamelesi yapıyorlar. Zamanında Arsenalliler de Toure’ye zenci esprisi yaparlardı. Burada da ırkçılık kokan şamar oğlanı modundaki isim genç Fransız olmuş.
Maça Chelsea baya yüklenerek başladı.Skorborda Bayern’in arka arkaya golleri yansımaya başlayınca tribündekiler pek bir keyifliydi. Chelsea’nin ilk yarıda geleceğini çokça öngördüğüm golü de gelince devre arasında tribünler mutlu bir şekilde girdi. Ancak ikinci yarıda Chelsea hiçbir şey oynamamaya başladı. Bu noktada artık deplasman tribünün sesi daha fazla çıkmaya başlamıştı. Dinamo atsa da şu İngilizler göt olsun derken istediğim oldu. Kievliler haklı olarak coştular. Ancak 5 dakika sonra tam da benim oturduğum yerin önünde Willian frikikten çaktı ve dizlerinin üstünde kayarak bizim tribünün önüne geldi. Brezilyalı, çokça zora giren gruptan çıkma şansını söküp getirdi. Bu defa artık Kiev’in bir direnci kalmamıştı ve maç böyle bitti.



