Tren bizi Salerno’ya kadar bırakacak, ardından kıyılardaki kasabalar için otobüse binerek girintili, çıkıntılı yollardan geçeceğiz. Tren yavaş yavaş Salerno’ya yaklaşıp deniz göründüğünde içimiz kıpır kıpır olmaya başlıyor. O zaman tabi, 5 gün sonra tekrar Salerno’yu dönüş için gördüğümüzde “oha burası ne kadar büyük şehirmiş” diyeceğimizi bilmiyorduk. Amalfi kıyılarında birçok ufak köy kasaba bulunuyor. Hemen ilk akla gelen, “bir Fiat 500 kiralayayım, geze geze bütün köyleri görelim!” Bu fikri aklınızdan çıkartın. Öncelikle yollar çok dar, çok virajlı. Bazı noktalarda iki araç yanyana geçemeyecek kadar dar, o yüzden sürekli her kör noktalı virajda korna çalıp karşıdakine haber veriyorsunuz. İkincisi dağ yamaçlarına kurulmuş bu köylerde ciddi bir park yeri sorunu var ve park yerine ödeyeceğiniz para araba kirasını rahatlıkla geçebilir. Örneğin Positano’da haftasonu park yerinin günlük kirası 30 avro.
Bunun yerine köyler arasında dolaşan SITA buslar var, bilet fiyatı 1,80 avro. Kimsenin bilet kontrolü yaptığı yok. Biz 5 gün boyunca aynı bileti tekrar tekrar makineye sokup durduk. O şekilde tüm kıyıları gezdik. Kıyının en gözde köyleri, kıyıya ismini veren Amalfi, jet sosyetenin mekanı olan Positano ve Praiano. Tabi bu kadar gözde yerlerde konaklama da bir o kadar pahalı. Gecelik 120-130 avrolardan başlıyor. Bu sebeple biz kendimize konaklamak için Amalfi’ye otobüsle 15 dakika mesafedeki Minori’yi tercih ettik. 3 yıldızlı otelde kahvaltı dahil geceliği 80 avroya konakladık. Bu köy, tatilcilerden ziyade daha çok yazlık bir yer. Gecenin 11’inde bile babaneler ile çocukların denize girdiği, kurulan pazarın öğlen toplanacağı kadar küçük şirin bir sayfiye alanı. Burayı kendimize merkez alıp her gün buradan diğer köylere dağılıyoruz.
Capri Adası
İlk gün yönümüzü, jet sosyetenin uğrak mekanlarından olan Capri adasına çeviriyoruz. Burada zaten konaklama fiyatları hepten uçmuş durumda. Deniz kıyısındaki yamaçlara kurulmuş lüks otellerin geceliği 1000 avro diye ifade ediliyor. Hal böyle olunca sabah 8’de kalkıp, akşam 5’te dönen günübirlik tekneler imdadımıza yetişiyor. Yol yaklaşık 2 saat sürüyor ve kişi başı gidiş dönüş 30 avro gibi tuzlu bir bedeli de var. Capri limanına geldikten sonra şehir bir tepenin üzerinde kalıyor ve teleferikle gidilebiliyor. Biz onun yerine limandan tekneyle ada turu almayı tercih ediyoruz. Adanın etrafını dolaşan teknenin fiyatı ise 15 avro. Açıkçası biz bunu alırken ilk düşündüğümüz şey Grotto Azzuro’ya gitmekti. Ancak sonradan gördük ki iki tane otobüs ile 3 avro karşılığında da bu mağraya varılabiliyormuş.
Yine de tekne turu keyifli. Kaptan, yamaca kurulmuş restoranları gösterip “bu romantik restoranın bir diğer özelliği bir yiyorsunuz, on ödüyorsunuz” tarzında baba espirileri de yapabiliyor. En nihayetinde esas gelmek istediğimiz yere Grotto Azzuro’ya varıyoruz. Bu mağranın önünde ciddi bir kalabalık var. Yaklaşık 45 dakika bekledikten sonra sıra bize geliyor. Tekneden bizi alan gondollar ile mağraya giriyoruz. Zira mağranın girişi çok alçak. Belki en fazla 40-50 cm vardır. Mağraya girmek ve gondollar için de yine kişi bir 13 avro bayılıyoruz. Girişe geldiğimizde gondolda da dik oturamıyoruz. Boylu boyunca gondolun zeminine yatmamız gerekiyor. Gondol sürücüsü de mağara girişinin kenardaki zincirlerden bizi hızlıca çekip yatıyor ve o kuvvetle mağranın içine kayıyoruz. Sonrasında gördüğümüz doğa harikasının ise tarifi yok. Kendimizi böyle Karayip Korsanları’ndaki kayıp şehir, gizli mağara gibi bir film sahnesinde buluyoruz. Giriş çok dar olduğu için içeriye güneş ışığı giremiyor ve içerisi karanlık ama bir şekilde güneş ışığı denize vuruyor, ışık kırılıp mağarayı suyun içinden aydınlatıyor. Bizim iphone bunu fotoğraflamak için yetersiz kalıyor o yüzden ne demek istediğimi anlatmak için Google’dan bulduğum profesyonel fotoğrafı kullanacağım.
Mağara sonrasında gemi turu da tamamlanıyor. Marina taraflarında bir yere oturuyoruz. Burada Margarita pizza 7-8 avro civarında. Yemek sonrası, dönüş gemimiz kalkmadan önce yaklaşık bir saatlik bir zamanımız kalıyor. Bu sebeple Capri’nin merkezine çıkmak yerine zaten bütün bir gün kafamızda güneşi yediğimiz için kendimizi denize atıyoruz. Su oldukça tuzlu ama bunu dert edebilecek durumda değiliz. Saat 16.30 gibi teknemiz Minori’ye geri dönmek üzere hareket ediyor ve biz de sıcaktan sızıyoruz.
Fiordi di Furori
İkinci gün istikametimizi Fiordi di Furori’ye çeviriyoruz. Şu fotoğrafta gördüğünüz doğa harikasına ulaşmak için Amalfi’den bir yarım saatlik otobüs yolculuğu yapıyoruz. Vadiyi çevrleyen dağlardaki ağaçlar doğal şemsiye görevini üstleniyor. Vadi o kadar dar ki bir tarafta gölge kalmayınca, diğer tarafta gölge başlamış oluyor. Çok kapalı bir koy olduğu için su devinimi çok yüksek değil ve ilk denize girerken biraz pislik olabilir, aldanmayın. Zira biraz açılınca boğazda çok ciddi bir akıntı var. Su oldukça derin. Belli bir yükseklikteki kayalara tırmanıp atlayabiliyorum. Daha yükseğe çıkanlar da var ama o yemiyor işte. Bu arada dikkatli olun kayalar yengeçlerle dolu. Yanınıza yeteri kadar nevale almadıysanız, ufak bir restoran bile var. Bunun dışında her taraf bakir alan. Ağaçların arasından vadi derinleşiyor da derinleşiyor. Dönüşümüzde Amalfi’de biraz vakit geçirmeye karar veriyoruz.
Amalfi
Kıyılara ismini veren Amalfi kasabası ortaçağda denizcilik anlamında oldukça önemli bir liman iken sonrasında 1343 yılındaki bir Tsunami ile liman ve şehir yerle bir oluyor. Sonrasında bu tarihi şehir önemini yitiriyor ve düşüşe geçiyor. Zaten otobüsten inip, Amalfi meydanına açılan kapıdan geçtiğinizde gördüğünüz manzara, buranın çevredeki diğer kasabalardan daha farklı olduğu hissini anlamanızı sağlayacak. Kafe ve dondurmacılarla çevrelenmiş meydandan yukarıya doğru çıkan yayalaştırılmış yol sağlı sollu butiklerle bezeli. Klasik elbise satan butiklerin yanında buranın alametifarikası ise limon. Yıl boyu yoğun güneş alan bu güney sahil şeridinin yamaçları liman yetiştirmek için oldukça elverişli. Ayva büyüklüğünde limonlar yetiştiriyolar ama sulu sulu bir içerikten ziyade kavun kabuğu kalınlığına sahip kabuklara sahipler. İşte bu limonlar sabundan tutun da risottoya kadar her türlü malzemede kullanılıyor. Elbette ki bunların arasında Limoncello’yu unutmamak lazım. %35 alkol oranıyla tatlı ama adamı sağlam çarpan içkiyi üreten burada birçok imalathane mevcut.
Positano
Üçüncü günümüzde yine iki dağın yamacı arasına kurulmuş, şık butikleri ile sosyetenin uğrak mekanlarından biri olmuş Positano’ya yolumuzu çeviriyoruz. Kasabanın girişindeki deniz kıyısına yakın durakta inmek yerine, çıkışında tepedeki durakta inmeyi tercih ediyoruz. Böylelikle hem manzaranın keyfini çıkartırken hem de kasabanın dolambaçlı yollarından şık butiklerin arasından geçiyoruz. Kasabadaki pahalılık her halinden belli oluyor. Bir fikir vermek gerekirse, günlük otopark fiyatı 30 avro, şezlong kirası 15 avro. Restoranların bazıları o kadar sofistike ki margarita pizza bulunmuyor o yüzden bu endeksten burada faydalanamıyorum bile. Manzaranın en iyi hakkını veren yer ise denizin içi. Denizdan kasabaya baktığınızda çok güzel bir manzara sizi bekliyor.
En son artık döneceğimiz günü ise kendi kasabamıza Minori’ye ayırıyoruz. En başta da dediğim gibi Amalfi, Positano ya da Capri ile turistik anlamda kıyaslanmayacak ama belki de o yüzden bana daha içten gelen bir yer burası. Markete meyve almaya girdiğimizde, “niye benden alıyorsun, arka sokakta manav var” diyen içten esnafı, plaja giderken bize kendi güneş şemsiyesini veren otel sahibesi ile 4 akşamın sonunda özümsediğim , bir tatil kasabası burası. Akşam olup artık Roma’ya gitmek için yola çıkıyoruz tekrar Salerno’ya doğru. En başta da dediğim gibi 5 günümüzü bu küçük kasabalarda geçirdikten sonra normal bir Anadolu şehri kıvamındaki Salerno bile bize çok büyük geliyor.
0 yorum