“Okullar daha açılmadı, buraya park edebilirsin” dedi Irene, apartmanın hemen yanındaki okulun önündeki boşluğu işaret ederek. Irene ile daha gelmeden mesajlaşmaya başlamıştık. Aynı Türkiye’deki gibi jandarmaya bildirmek üzere evin tüm konuklarının pasaport bilgilerini istemişti. Şimdi ise gecenin 11’inde kalacağımız eve vardığımızda, bizi elindeki telefonun Google Translate aplikasyonu ile karşılıyordu.
5 kişilik bir ekip olduğumuz için 2 odalı daireler kiralamak bizim için daha avantajlıydı. Booking.com’un da bu işe girmesi ile adada kaldığımız üç yerde de çok güzel daireler ve ev sahipleri bulabilmiştik. Mesela “Tişörtümdeki unlar için kusura bakmayın” demişti tüm güler yüzlülüğü ile Edoardo, bize anahtarları bırakmak için pizza fırınından çıktığında.
Eminim ki buradaki yerel halk için bu yaz aylarında dairelerini kiralamak çok önemli bir gelir kapısı. Zira İtalya’nın güneyinde olduğu gibi burada da ekonomik durum pek de iyi sayılmaz. Sardunya’da yıllık gelir Milano’nun neredeyse yarısı kadarken, işsizlik oranı 2.5 katı. O yüzden Irene ve Edoardo’nun konaklamamız bittikten sonra bizden booking.com’a olumlu değerlendirmeler yapmamızı istemesi, onlar adına son derece önemli.
Sardunya Rotamız
Sardunya, Akdeniz’deki en büyük 2. ada. Güneyden, kuzeye araba ile yaklaşık 2.5 saat sürüyor. Bu sebeple 3 yaşında bir çocuk ve onun dedesi ve babaannesi ile efektif bir şekilde gezebilmek için üç farklı yerde konaklıyoruz. Adanın hakkını verebilmek ve her yere haldır huldur koşturmadan tatilin keyfini çıkartabilmek adına 10 gece kalacağız. Her zamanki gibi tarihi yerleri araştırmak benim, plajları araştırmak Eda’nın sorumluluğunda.
Bir önceki yıl İtalya ve Yunanistan’daki aşırı sıcakları gördüğümüz, hem de zaten Ağustos’un İtalyanların da tatil ayı olmasından mütevellit fiyatların çok yüksek olması sebebiyle Eylül başını planlıyoruz. Yine de ilk vardığımızda hava halen daha aşırı sıcak ve nemli.
Akdeniz’in göbeğinde bu kadar büyük bir ada olunca, haliyle tarih boyunca Akdeniz ticaretine hâkim olmaya çalışan bütün medeniyetler burayı ele geçirmeye çalışmış. Haliyle ada tarih boyunca sürekli el değiştirirken, egemen olan her medeniyetten geriye bir şeyler kalmış.
Bunlardan ilki bundan tam 4000 yıl önce, bronz çağında Nuragic dönemde yaşamış kabile ve onların Nuraghe ismi verilen köyleri. Bu köylerden Sardunya’da şimdiye kadar 7000 tanesi bulunmuş ve bunları temsilen “Su Nuraxi” UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş.
“Bizim engelli kartlarımız var, onları göster!” diyor babam. TC engelli kartları burada da geçiyor. Üstelik bir engelli, bir de yanında refakatçi sokabildiği için Eda ile ben de ücretsiz içeri giriyoruz. Kazı alanı sadece rehber eşliğinde gezilebiliyor. Zaten rehber olmadan da oradaki taşlar çok bir anlam ifade etmeyecek. “Sezon bitsin ben de Kapadokya’yı gezmek için Türkiye’ye geleceğim” diyor rehber bizi gezdirirken. Bize köydeki evlerinin yapısını, tahminen ibadethane ya da yaşlılar meclisi olarak kullanılan daha büyük yapıyı ve en sonunda 18 m yüksekliğinde ayakta kalan 4 kuleli kompleksi gezdiriyor.
Cagliari
Nuraghe’de taş yapılar korunmuşken, buradan çıkartılan kalıntılar Cagliari’deki arkeoloji müzesine getirilmiş. Dediğim gibi tarih boyunca birçok medeniyet bu topraklarda iz bıraktığı için 3 katlı Arkeoloji müzesinde sergilenecek dolu dolu tarihi eser mevcut. Müze, limana bakan tepedeki sur içinde kalıyor. Cagliari’nin gezilip görülmesi gereken eski şehri de tam da burası. Sur içinde yaşayanlar hariç araç trafiğinin yasak olduğu, zaten daracık sokaklarının da en fazla bir Fiat 500’ün geçebileceği kadar olduğunu düşünürsek, yürümek ya da turistik mini vagonlar burayı gezmenin en kolay yolu. 14. yüzyılda kurulan Sardunya Krallığı ile bugün hâlâ ihtişamını sürdüren krallık sarayı ve hemen yanına inşa edilen katedral tüm heybeti ile dar sokakların arasından bizi karşılıyor.
Sur içinden kıvrıla kıvrıla inen yol bizi limandaki Piazza Yenne’ye çıkartıyor. Yine trafiğe kapalı yollar ile burası restoranların, dondurmacıların, mağazaların, butiklerin, hatta dönercisinin olduğu şehrin ana caddesi.
Her ne kadar geniş anlamda 500 bin nüfusun yaşadığı bir şehir olsa da şehrin içindeki 8 km’lik Poetto sahili hâlâ bir ada hayatında olduğumuzu hatırlatıyor. Yine de Instagram’da bir kere algoritmaya yakalandık mı sürekli karşımıza çıkan bembeyaz kumlu, turkuaz mavisi denizlerin peşine düşüyoruz.
Cagliari’den arabayla birer saat mesafede çok ünlü olan iki plaj listemizde. Güneyde Spiaggia di Tuerreda ve doğuda Spiaggia di Porto Giunco. Buralar artık şehre yakın Kumburgaz gibi yazlık evlerle dolmuş. Plajlarda isteyene şezlonglu tesis de var, isterseniz de şemsiyeyi dik altına otur. Zaten plajların girişine Afrikalı işportacılar konuşlanmış durumdalar. Her türlü plaj eksiği onlarla giderilebiliyor.
Alghero
Adanın batı kıyısına giderken iki küçük orta çağ kasabasında mola veriyoruz. Bunlardan ilki tarihi 1070’lere dayanan Oristano. Kuşatmalarla ve şehrin büyümesi ile artık geriye sur kalmasa da 1290 yılında yapılmış şehrin ana giriş kapısı ve 19 m yüksekliğindeki kule Piazza Roma’da hâlen duruyor.
İkincisi ise İtalya Turizm Bakanlığı tarafından “İtalya’nın en güzel köyleri” listesine de dahil edilmiş Bosa. Temo nehrinin kenarına kurulmuş pastel renkli binaları ve tepedeki kalesi ile tipik bir orta çağ kasabası. Arnavut kaldırımlı, trafiğe kapalı Corso Vittoria Emmanuel köyün görülmesi gereken restoranların masalarını attıkları tek caddesi. Günün yorgunluğu ile artık yemek yemek istiyoruz ancak Akdeniz’in can sıkan gerçeği karşımıza çıkıyor: Restoranlar akşam 7’ye kadar kapalılar. 3 yaşındaki acıkmış bir çocukla yüzümüze vuran sıkıntılı bir durum.
Akşam saatlerinde varıyoruz, üç gece kalacağımız Alghero’ya. Çok iyi korunmuş eski şehri ve eski şehre çok uyumlu bir şekilde büyümüş marinası ile çok büyüleyici bir şehir burası. Şehir her ne kadar ilk Cenovalılar tarafından inşa edilmiş olsa da esas büyümesini uzun süre şehri yöneten Katalanlar zamanında yaşamış. Katalanca şehrin koruma altındaki diyalekti. Hâlen daha sokak tabelalarında Katalanca görünüyor. Denizden gelebilecek saldırılara karşı inşa edilmiş surlar çok başarılı bir şekilde korunmuş.
Alghero; Ryanair, EasyJet gibi havayollarının uçtuğu bir havalimanına sahip, oldukça turistik bir yer. Ertesi gün rotamızı adanın en meşhur plajına, La Pelosa’ya çeviriyoruz. Turkuaz rengi denizi ile çok meşhur olduğu için günlük 1500 kişilik kotası var. Belediyenin internet sitesinden sabah 8’de uyanıp bilet satın alıyoruz. Bu kadar meşhur olmasına karşın biletler sadece 3.5 avro. Plajdaki tesisler son derece makul. Büfeden biranı cipsini al ye.
Aynısı adanın doğusu için de geçerli. Yazlık sayfiye mekânı olarak gelişen bu kısımda yine La Cinta, Lu Impustu gibi suyu turkuaz olan birçok plaj sayesinde çok da şaşaa aramayan turistleri çekiyor.10 günde adayı uçtan uca dolaşıp, birçok turkuaz plajına gidip, tarihi kasabalarını gördük. Adanın çok da gelişmemiş olması, hâlâ bakir kalan plajlarıyla görece daha uygun fiyatlı tatil imkânı sunuyor. Bu da Avrupa’nın dört bir yanından adanın üç havalimanına birden low-cost havayollarının neden yazın bu kadar çok uçtuğunu anlamak için yeterli.
Çocuklarım, eşimle ve torunumla güzel bir tatil geçirmiştik. Yemekleri, evleri, plajları ile yaşadığımız bir tatil beldesi. Fakat insanları hiç İtalyanlara benzemiyor. Kuzey Afrika karışımı gibi geldi bana.
Yenisini sabırsızlıkla bekliyorum. Teşekkürler Eda, Teşekkürler İlker, Teşekkürler Deniz, Teşekkürler Sadriye.