“Ben yalnız bir sonraki durakta ineceğim,” dedi metroda yanımızda oturan siyahi kadın. Deniz’in bebek arabasını çekmemizi ima ediyordu. Artık küçük şehirde insanların cana yakın olmasına alıştığımızdan mıdır, yoksa Kanadalı-Amerikalı farkından mıdır bu tavır bize son derece garip geldi. Oysa Kanada’da kimse buna gıkını çıkarmaz, bebek arabasının arkasından dolanır, bir de üzerine rahatsız ettiğini düşünerek özür dilerdi. Sanki senelerce İstanbul’da Marmaray’a, metrobüse binmemişiz gibi şimdi bu kocaman şehirdeki suratsız insan kalabalığına hayret ediyor, metroların sidik kokusundan tiksiniyorduk.
Hollywood filmlerinin vazgeçilmez temasıdır Noel’de New York. Evde Tek Başına II’de Macaulay Culkin The Plaza Hotel’i mesken tutarken, Mesajınız Var’da Meg Ryan ile Tom Hanks Upper West Side’da birbirlerine aşık olurlar. İşte biz de kendi Noel maceramızı yaşamaya hem de ilk defa üç kişi olarak bir şehri gezmek için yola çıktık.
New York’ta Noel Pazarları
Bundan yıllar evvel yine bir Noel arifesinde Viyana’ya gitmişken, o gezi için daha önce hiç sahip olmadığımız kışlık botlar, uzun kulaklı bereler almıştık üşümeyelim diye. Kanada’da geçen üç kışın ardından elbette soğukluk algımız değişti. New York’ta sekiz derecelik bir hava bizi bekliyordu. “Hava soğuk olacak” diyen arkadaşlarımıza “siz soğuk görmemişsiniz” diye yanıt veriyorduk. Zira 8 derece bizim için bahar havası, Deniz’i parka götürme havasıydı. Haliyle bu güneşli gün bizim için Central Park’ta dolaşmak ve hemen parkın köşesinde yer alan Columbus Circle’daki Noel pazarını gezmek için gayet yeterliydi.
New York ile Viyana Noel pazarları arasındaki fark tam olarak Avrupa ile Amerika arasındaki farkın bir yansımasıydı. Viyana’da Arnavut kaldırımlı bir pazardan sıcak şarabı alıp 400 yıllık bir belediye binasına karşı içerken, New York’ta pazarın kalabalığında kafamı kaldırdığımda tek görebildiğim bütün şehri saran gökdelenlerdi. Öte yandan Viyana’daki pazarların tek tipliliğine karşın New York’un çok kültürlülüğü pazarlara da yansımıştı. Yüzlerce kioskun içinde tulumba tatlısı satan Türk’ten, Filipinlisinden, Jamaikalısına, Çinlisinden, Meksikalısına kadar hangi mutfağı arasak bulabilirdik. Elbet Türk ya da Çin mutfağının Noel ile ne kadar bağdaştığını sorgulayabiliriz ama fazla gelenekselci olmaya gerek yok.
Son birkaç yıldır küçük Kanada şehirlerinde yaşamanın bizi biraz hımbıllaştırdığı kesin. Birbiri ardına lüks mağazaların sıralandığı 5. Cadde’de, üstelik bir de bebek arabası sürüp yürümeye çalışırken sürekli omuz omuza çarpışmayı hiç de özlemediğimi fark ettim. Cadde bizi Rockefeller Center’ın önünde 1959’dan beri her yıl süslenen Noel ağacının önünden geçirdikten sonra Bryant Park’a çıkartıyor. Burada yine tıklım tıklım bir kalabalığın içinde bir Noel pazarı bizi bekliyor. Diğerlerinden farklı olarak bu defa tam ortada bir buz pateni pisti bizleri bekliyor. Biz o kadar yürümenin ardından bir sıcak şarap içerken, Deniz de buzda kayanları izliyor.
Çocukla New York’u Gezmek
3 yaşında bir çocukla şehir arşınlamak bizim için yeni bir deneyim. Deniz sıkılıp cazırdamaya başlamadan onun ilgisini çekebilecek, gazını alabileceğimiz yerlere götürmemiz gerekiyor. O yüzden programımıza Central Park’ın hemen yanı başında bulunan Doğa Tarihi Müzesi’ni dahil ediyoruz. Koray’ın New Jersey ehliyeti sağ olsun, hepimizin bir dolara girmemizi sağlıyor. Ben Stiller’in Müzede Bir Gece filminin de çekildiği bu müze, içindeki fosiller kadar eski.
155 yıllık bu binadaki sergilerin toplamı tam 232 dönüm. Elbet bu kadar büyük alanı gezebilmemizin imkânı yok. Çocukların en çok ilgisini çekecek dinozor, mamut iskeletlerinin olduğu sergiyi geziyoruz. Benim en çok ilgimi çeken sergisi ise Homo Sapiens’in atalarının anlatıldığı sergi oluyor. Üstünkörü olarak bir neandertalleri bildiğim bir konuda insanın evrim tarihinin ne kadar eskilere dayandığını ve kafataslarının evrimini görmek benim için oldukça bilgilendiriciydi.
Bugün, New York’ta 318 tane gökdelen var. Ancak her şey 1930’da Empire State Building’in yapımı ile başladı. Tarihteki ilk 100 katlı bina, sonrasında harika bir pazarlama başarısı oldu. King Kong filminden tut da her yıl yapılan merdivenleri tırmanma yarışına kadar birçok popüler kültür aktivitesi burayı dünyanın en çok bilinen binalarından birine çevirip her yıl milyonlarca kişinin ziyaret etmesine ve para basmasını sağladı.
Noel arifesinde biz de ziyaret planımıza bu ünlü binayı alıyoruz. O dönem inşası ile ilgili mimari bilgiler, fotoğraf çekilecek mizansenler sonrasında en nihayetinde tepeye, seyir terasına çıkıyoruz. Daha önce Dubai’de Burj Khalifa’ya çıkmıştım. Orada görülen tek şey çöl idi. Burada ise gözümün alabildiğince daha çok gökdelen ve hemen arkalarında beliren Hudson Nehri.
Büyük Şehir ve Küçük Çocuk: Manhattan’da Yaşamanın Güçlükleri
Time Square’de kalabalığa karışmak, bir NBA maçına gitmek, bana büyük şehirde yaşadığım hayatı şu kaldığımız üç günde tekrar hatırlattı. Ancak o hayatla, şu anki hayatımız arasında 109 cm’lik bir fark var. Manhattan’da küçük çocukla yaşamak bizim alıştığımız çocuklu hayat için fazla zorlu. 1904’te inşa edilmiş metronun istasyonlarında zaten yürüyen merdiven yok. Büyük çoğunluğunda ya asansör yok ya da çalışmıyor. Bir bebek arabası ile metroya inip çıkmak hiç de kolay değil. Araba ile bir yere gitmeye kalksak, park yeri bulmak ciddi bir sorun. Önlerinden çöpün hiç eksik olmadığı bitişik nizam apartmanların eski ve dar merdivenlerinde bebek arabası yine büyük sorun. Ya da biz Kanada’nın geniş alana kurulmuş Atlantik kıyısı şehirlerinde yayıla yayıla yaşamaya fazlasıyla alışmışız.