Havana eski şehrin dar sokakları arasında, kendimize salsa tınılarının yükseldiği ucuza karnımızı doyuracağımız bir yer arıyoruz. Evet, denildiği gibi Havana’nın her bir köşesinden canlı müzik yükseliyor çünkü bir yemek süresince çaldıkları müzik karşılığında Avrupalılar’dan 1 dolar bahşiş alan bu sokak çalgıcıları, gün sonunda, devlet için çalışıldığında bir ayda alınacak maaştan daha fazlasını kazanabiliyorlar.

“Herkes kendi yolunu bir şekilde buluyor” diyor Osvaldo. Örneğin devletin restoranında çalışan bir müdürü ele alalım. Devlet, bu restorana tanesini 60 centten satması için günlük 50 tane bira gönderiyor. Bu restoran müdürü marketten 1 dolara aldığı biraları, turistlere tanesi 2 dolardan satıyor. Günün sonunda restoranda 50 tane bira satıldıysa 10 tanesi devletin gönderdiği istihkaktan, kalan 40 tanesi müdürün gidip marketten aldığı biradan satılıyor. Restoran müdürü böylece cebine 40 dolar atıyor. Biri gelip sorarsa da “bugün restoranda 10 tane bira satıldı, bak kalanları da burada” diyor. Peki özel restoranlardaki garsonların kazancını soruyorum. “Günlük para alıyorlar işin yoğunluğuna göre” diye yanıtlıyor şöförümüz. “Kimi günler 3 dolar, kimi günler 10 dolar”

havana taksi

59 model taksiler turistleri bekliyor.

En sonunda ucuza pizza satan ve müziğin olduğu bir restoranın girişine oturuyoruz. “Burası gaz kokuyor” diyor Eda. Daha açıkta bir masaya geçiyoruz. Ama yok, gaz kokusu geçmiyor. Garsona söylüyoruz “ben koku almıyorum” diyor. Ne zaman ki şehri gezmeye başlıyoruz, turistik, tarihi şehrin hemen yanı başına petrol rafinerisi inşa edildiğini görüyoruz. Örnek vermek gerekirse, Sultanahmet, Eminönü’nü gezdikten sonra Sirkeci’de kocaman bir rafineri ile karşılaşmak gibi bir manzara.

Katman Katman Havana
Plaza Vieja

Havana’daki önemli meydanlardan Plaza Vieja

Esasında bu durum Havana’nın katmanlarını son derece güzel özetliyor. Son derece korunaklı bir doğal limanın ağzına 1519’da kurulan Havana’nın eski şehri, korsan saldırılarından korunmak için duvarlarla çevriliyor ve limanın iki yakasına bizim Rumeli ve Anadolu hisarı gibi kontrol amaçlı iki hisar dikiliyor. Eski şehrin sokakları biraz zar atmak gibi. Turizm gelirinin bir kısmı şehrin renovasyonuna harcanıyor. Bazı sokaklar ve binalar elden geçirilmiş, hatta otele çevrilmiş; bazıları ise Eda’yı korkutacak kadar izbe ve pis.

1850’lere gelindiğine artık ortada korsan tehlikesi kalmayıp, buradaki şeker kamışı tarlalarından dolayı şehir zenginleşip, göç alarak büyümeye de başlayınca, duvarları yıkarak şehri büyütmeye başlıyorlar. İşte, çok daha şaşalı tiyatro binası, Barcelona’daki La Ramblas’dan esinlenilmiş Prada yolu ve onun iki yanına dizilmiş art nouveau stili yapılar hep burada yer alıyor.

Havana tiyatrosu

Havana tiyatrosu

Tüm bunların ardından ise gelen soğanın en dış katmanında ise yaklaşık 30 yıllık Sovyet etkisi ile dikilmiş, çirkin toplu konutlar, devrim meydanı gibi devasa gri yapılar işte hep 1960 sonrasında şehrin büyüyen yerlerine ait.

Havana kasımda 500. kuruluş yıl dönümünü kutlayacak. Bununla ilgili afişler Havana sokaklarını süslüyor. UNESCO Dünya Mirası listesindeki Eski Havana temel olarak 4 tane meydanın etrafında oluşuyor. Zamanında bu meydanları çevreleyen taş binalarda, İspanyol valisi, ordu komutanı gibi yüksel rütbeli insanlar oturduğu için çok daha bakımlı ve şık yapılar. Bugün hepsi bir çeşit müze olarak hizmet veriyor. Bazıları ücretsiz olsa da kapısındaki bekçi polisler giriş için usulca rüşvet talep ediyorlar.

Biri Bizi Gözetliyor

Bu meydanlar aynı zamanda internet merkezleri. İnternet alt yapısı yeni yeni geliyor. Öyle evlerde internet falan yok. Herkes telefonunu, laptopunu alıp bu meydanlarda telekomdan alınan kartlar ile internete giriyor. O internet kartlarını almak da ayrı bir mevzu. Saati 1 dolar olan kartlar, telekom binasında satılıyor. Hızlı ve seri iş yapmak için hiçbir motivasyonu olmayan telekom memurları aheste aheste satın aldığımız kartın seri numarasını bizim pasaport numaramıza kaydediyor. Böylelikle devlet o seri numaralı internet kartı ile kim hangi sitelere girmiş hepsini biliyor.

Fidel zamanından beri çok köklü ve güçlü bir istihbarat servisi var Küba’nın. Denilen odur ki ABD 500-600 defa Fidel’e suikast girişiminde bulunmuş, ancak istihbarat servisi tüm bu girişimleri savuşturmuş. Hatta efsane odur ki bir gün paraşütle Küba’nın dağlık alanlarına bırakılan militer grupları yere indiklerinde Fidel karşılamış.

Havana’nın hemen 160 km karşısındaki Miami bugün sürgündeki 1.5 milyon kişi ile en çok Kübalı’nın yaşadığı ikinci şehir. Miami’den hiç kaçak TV yayını yapılmıyor mu diye soruyorum Osvaldo’ya, biraz da 90’larda Almanya’dan yayın yapan Star1’i düşünerek. İstihbaratın o sinyallerin hepsini engellediği yanıtını alıyorum. Küba halkı ancak 4 devlet kanalındaki propaganda yayınları izleyebiliyor.

Henüz Youtube gibi internete sansür gelmemiş. Ama internet erişiminin ne kadar düşük olduğunu göz önünde bulundurursak zaten orası henüz fazla bir tehlike teşkil etmiyor istihbarat için anlaşılan.

Eski şehrin sokaklarında dolaşırken sürekli bir “taxi? Taxi?” sorularına maruz kalıyoruz. 59 öncesinden kalma arabalar ana caddenin girişinde sıralanmış turistleri bekliyorlar. Neyse ki Osvaldo otele bırakmadan önce geniş bir şehir turu yaptırıyor.

Amerikan etkisindeki Havana
Malecon

Malecon boyunca uzanan binalar

Dış cephelerine Che ya da Cienfuegos figürleri işlenmiş çeşitli bakanlık binaları devrim meydanının etrafına konuşlandırılmış. Buradan, çehresine bakınca hem caddelerin hem evlerin bakımlılığından elit olduğu anlaşılan bir semte çıkıyoruz. İstediği kadar komünizm olduğu söylesin, illa ki Küba’nın da bir zengin zümresi var. Buranın zenginlerinin kim olduğunu soruyorum Osvaldo’ya; “istihbarat, ordu ya da bakanlık gibi yüksek mevkidekilerin çocukları” yanıtını veriyor. İşte bu semtte yaşayanlar da herkesin eşit olduğu ülkede daha eşit olanlar.

Buradan Havana’nın kordon boyu caddesi Malecon’a çıkıyoruz. 20. Yüzyılın ilk yarısında Küba, ABD güdümündeyken, ABD’li mafya babaları gerek kumarhane açmak gerekse de Küba’dan kaçak rom ticareti yapmak için Havana’ya çörekleniyorlar. İşte bu dönemde Malecon’da ardı ardına şatafatlı lüks kumarhaneler açılıyor. Bugün bu binaların bazıları otel olarak kullanılmaya devam edilirken bazıları hastane gibi kamu binalarına çevrilmiş.

Devrim müzesi

Devrim müzesi

Malecon’un bitiminde Prada caddesine döndüğümüzde bizi karşılayan otellerin geceliği 600 dolar. Hemen sonrasında bizi yine Amerikan etkisi ile 1920’de DC’deki Capitol binasından birebir esinlenerek inşa edilmiş parlamento karşılıyor. Parlamentonun biraz ilerisinde ise devrim müzesi bulunuyor.

Batista’nın hüküm sürdüğü dönemde Cumhurbaşkanlığı döneminde saray olarak kullandığı bina devrim sonrasında müzeye çevrilmiş. Başka kaynaklardan okuduğumuz kadarıyla devrimden kullanılan silahlar, kıyafetler vb. şeylerin sergilendiği müzede İngilizce açıklama bulunmuyormuş. Dolayısıyla sırf tabanca görmek için kişi başı 8 dolar vermeye lüzum duymuyoruz.

Onun yerine hemen az ilerisindeki Bacardi binasında soluğu alıyoruz. Bugün belki de en popüler rom üreticisi olan Bacardi, 1862’de Küba’da kuruluyor. 1930 yılında Havana’ya inşa edilen 44 metre yüksekliğindeki bina yapıldığı dönemde Küba’nın en yüksek binasıymış. Devrimi destekleyen hatta devrimcilere on binlerece dolar para aktaran Bacardi ailesi, muhtemelen devrim sonrası komünizmin geleceğini tahmin etmiyordu. 1960’ta tüm özel teşebbüslerin yasaklanmasıyla Bacardi ailesi çareyi şirketi Bahamalar’a taşımakta buluyor. Merak edip dışarıdan güzel görünen binanın içine giriyoruz ama sadece giriş katında basit bir bar var. Ötesi sanırım ofis olarak kullanılıyor.

Küba’da son bir durağımız kaldı. Dönmeden önce son olarak meşhur Küba purolarının tütün tarlalarının bulunduğu, Vinales milli parkına gideceğiz.

Bu gezideki diğer yazılar:

  1. Bölüm: Varadero
  2. . Bölüm: Trinidad
Categories: Küba

1 Comment

Yüksel Dalgıç · 8 August 2019 at 16:58

Kominizm iyi mi kötümü? Anlamaya çalışıyorum.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *