“Hintliler kuru bir yaprağın içine birtakım kuru otlar koyup, huni biçiminde bükerek geniş ağzından tutuşturuyorlar, dumanını da dar ağzından içine çekiyorlar. Duman onları ya uyutuyor ya da sarhoş ediyor.Otun adına tabaco diyorlar. Haiti adasında bunu uygulayan bir takım İspanyollar gördüm, azarladım. ‘Ne yapalım’ dediler. ‘Alıştık, bırakamıyoruz’
Hindistan’a vardığını sanıp Karayip yerlilerine “Hintli” diyen Kristof Kolomb ile birlikte seyahat eden din adamı Bartolome de las Casas seyir defterinde tütün ile karşılaşmasını ilk böyle anlatıyordu. Bunun üzerinden 500 yıl geçti ve tütün sektörü fazlasıyla evrim geçirdi. Halen daha geleneksel üretim yöntemleriyle tütün yetiştirilen çiftlikleriyle, tam da bu sebepten Vinales, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor.
“Sizin hiçbir şey yapmanıza gerek yok, herşeyi ben ayarlayacağım” demişti Osvaldo. Elbette ki ayarlayacaktı çünkü burada herkes bir birinden komisyon alıyordu. Taksiyi ayarladığımız web sitesi, Osvaldo’dan; o, bizi gezdirecek atların sahibinden; at sahibi ise bizi götüreceği tütün çiftliğinden diye uzayan bir silsile vardı. Küba’da herkes bir şekilde yolunu buluyor.
Birkaç gün Osvaldo’dan ayrı kaldığım süre içinde yaptığım gözlemleri kendisine soruyorum. Örneğin, daha önce devletin %50 gelir vergisi kestiğini söylemiş, tüm araç kiralamaları bildirmediğini anlatmıştı. Öte yandan, casa sahipleri tüm konaklamaları yazmak zorundaydı. Böyle bir şansları yoktu. “Kazandıkları tutarı eksik yazıyorlar, senden 35 dolar aldılarsa, 15 dolar diye yazıyorlar” diye açıklama getirdi Osvaldo. Açıkçası kazancı saklamanın da belirli sınırları vardı.“Bak yolun her tarafında kamera var, benim hangi gün nerede olduğumu biliyorlar, nereye, kaça gidildiğini de biliyorlar. Evet her kazandığımı bildirmiyorum ama sadece az bir kısmını bildirmiyorum” diyerek Küba devletinin her şeyi nasıl takip ettiklerini bir kez daha gözümüze soktu.
Vinales
Vinales, Havana’dan yaklaşık 2.5 saat mesafede. 2 saat boyunca düz otobanda gittikten sonra son yarım saatte tali yoldan gidiyoruz. “Bak görüyor musun, burası Küba’nın en turistik yerlerinden bir tanesi ve şu yollara bak!” diyerek bize sürekli zıplatan yollara sitem ediyor Osvaldo. Ama en nihayetinde Vinales vadisi görünüyor. Karşımızda Jurassic Park filminden çıkmış gürlükte bir balta girmemiş yeşillik güruhu var.
Küba’da her yüz kişiye sadece 3,8 araba düştüğünü göz önünde bulundurursak, Havana’da olmasa da diğer şehirlerde halen daha bir taşıt olarak at kullanımı son derece yaygın. Ayaklarında çizmeler, başlarında kovboy şapkalarıyla, birçok kasaba 19. yüzyılda geçen Amerikan western filmlerini andırıyor.
İşte Osvaldo bizi, arabayla girilebilecek son noktada at çiftliklerinden birine getirdi. Saati 5 dolardan yaklaşık 4 saat sürecek bir at yolculuğu için sütçü beygiri kıvamındaki atlarımıza bindik. Daha önce hiç ata binmemiştik. Ama burası için hiç ihtiyaç yoktu. Neredeyse her gün, aynı yolu tıngır mıngır gide gele ezberleyen atlar bizim hiç bir yönlendirmemize gerek kalmadan kendi kendilerine gittiler.
Nemli, öğle sıcağında muhteşem bir manzaraya karşı yaklaşık yarım saat yol aldıktan sonra öncelikle bir kahve plantasyonunda mola verdik. Türk dizileri sayesinde birkaç kelime Türkçe öğrenen çiftçide bir kahve içtikten sonra tütün çiftliğine geldik.
Çiftçi bize gözümüzün önünde yaklaşık 3 dakika içerisinde bir puro sararken, bu sırada bitkinin hangi yaprağının, puronun hangi katmanında kullanıldığını anlatıp, Türkçe “yapıştırmak için bal” diyerek puronun nasıl tamamlandığını gösterdi. Puronun sıkışması için ne kadar baskı yapıldığını gördükten sonra, köylü kızın bacağında sardığı puro fantazisinin ne kadar boş olduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldu. 5 puroya 10 dolar verip çıktık. Acaba bunun karşılığında bizim at rehberi ne almıştır? Son durak olarak içinde yer altı suları ile havuzlaşmış bir mağarayı ziyaret ettik. Mağaranın kendisinin hiçbir esprisi yok. Sadece bu kadar sıcakta insan biraz olsun serinlemek istiyor.
Bir Kızın Hayali
Yem yeşilliğin ortasında toplam 4 saat at sürüp kendimizi Red Kit gibi hissettikten sonra artık Havana’ya dönüş vakti gelmişti. Dönüş yolunda, üzerinden kara dumanların yükseldiği bir şeker fabrikasının yanından geçerken, sırf muhabbet olsun diye 7 yaşındaki kızının hayali ne diye sordum: Kızın büyüyünce ne olmak istiyor? Bir süre düşündükten sonra “Bir hayali yok” dedi. Anlayamadım, 7 yaşındaki bir kız büyüyünce dansçı olmak ister, veteriner olmak ister, doktor olmak ister… “Bir hayali yok” diye yeniledi. Komünist sistem hayal kurmaya izin vermiyordu. Hayal kursa da gerçekleştirecek imkanı olmayabilirdi ya da bir şekilde hayatta kalmaya çalışmak en büyük hayaldi.
Daron Acemoğlu, Ulusların Düşüşü’nde ama erken ama geç, eninde sonunda tüm ülkelerin bir şekilde demokratik serbest piyasa ekonomisine geçeceğini iddia ediyor. Koskoca Sovyetler Birliği’nde komünizm çökmüş, burada mı çökmeyecek? İşte o zaman, o gördüğüm kara dumanlar yükselen fabrika belki bir araba parasına birilerine peşkeş çekilecek. Komünizm çökünce halkın refah seviyesinin yükseleceğini düşünmek için elbet Polyana olmak gerekir. Neticede hangi Latin Amerika ülkesi yüksek refah seviyesine kavuşabilmiş? Ama en azından belki 7 yaşındaki kızın bir gelecek hayali olur.
Bu serideki diğer yazılar:
0 yorum